Çanakkale Savaş Suçları
Çanakkale Savaş Suçları, Çanakkale Savaşı esnasında itilaf devletlerinin (İngiliz ve Fransızlar başta olmak üzere) dünya savaş hukukuna ayrı davranışları üzerine bir makale.
Çanakkale Savaş Suçları
Hocamız Sayın Ahmet ESENKAYA‘nın yazdığı bir makaleyi sizlerle paylaşıyoruz. Çanakkale savaşında özellikle İngilizlerin savaş suçları işlediğine dair çok şey duymuşsunuzdur. Müze ziyaretlerinde anti piyade çivileri buna en güzel örneklerden biridir.
Çanakkale Savaş Suçları
Makalenin orjinal adı aşağıda yer almaktadır. Sayfa düzeni ve karakter sayısı nedeniyle maalesef tam adını başlık olarak kullanamamaktayız.
ÇANAKKALE MUHAREBELERİNDE İTİLAF DEVLETLERİNİN SAVAŞ HUKUKUNA AYKIRI DAVRANIŞLARI
Makale Önsöz
Barış ve huzur içerisinde, savaşsız bir dünyada yaşamak, tüm insanlığın belki de en çok özlemini çektiği arayışların en başta gelenidir. Ancak öyle zamanlar olur ki, kendinizi aniden geri dönülemez bir savaşin batağı içinde buluverirsiniz. Birinci Dünya Savaşında yer alan Osmanlı Devleti’nin, yedi cephede İtilaf Ordusuyla savaşmak zorunda kalması; dört yıl boyunca genç yaştaki askerlerinin bir çoğunu kaybetmesi sonucu duyduğu ıstırap herhalde böyle bir arayışın en kalıcı örneğidir.
Savaş denildiğinde; her an akla gelmedik istisnasız ölümler, yaralanmalar, çaresizlikler, çözümsüzlükler, hastalıkların yanı sıra, pek çok milletin altına imza koyduğu “kuralına uygun savaş yapma” prensipleri de neyse ki belirli kriterlere bağlanmıştır. Bu kural-kriterler istisna kabul etmez oldukları için her savaşta olduğu gibi aslında Çanakkale muharebeleri için de geçerlidir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, dönemi açısından çağdaş bir görünüm sergileyen İngiltere ve Fransa, bu muharebelerde uluslararası savaş kurallarına uymayan pek çok uygulamalara girişmiş ve bunu savaş boyunca da sürdürmüşlerdir.
İtilaf kuvvetlerinin pek çoğu insanlık dışı olarak nitelenebilecek savaş kurallarını hiçe sayan davranışlar sergilemeleri, Türk yetkili birimleri tarafından, Cenevre Uluslararası Kızılhaç Komite Başkanlığı’na ve Amerika büyükelçisine bildirilir; bu birimler aracılığıyla İngiltere ve Fransa hem protesto edilir ve hem de uyarılmaları istenir.
Makalede böyle bir konu başlığının seçilmesi, çağdaş dünyanın dikkatini tekrar aynı olayların yaşanmamasına çekmek amacına dayanmaktadır.
Çalışma, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATAŞE) Arşivi, Başbakanlık Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivi’ndeki konu ile ilgili taranan belgeler, birinci ve ikinci derece matbu eserler, anılar, 1915 yılı basını’nı araştırılarak düzenlenmiş mütevazı bir deneme niteliğinde olup bu alanda çalışma yapmak isteyenler için bir başlangıç açısı oluşturmayı da arzulamaktadır.
Ahmet ESENKAYA
Makale Giriş
Öncelikle savaş esnasında sivil birimler, hastaneler, sargı yerleri, hastane gemileri, bu gemilere hasta taşıyan sağlık hizmetleriyle görevli deniz araçları ile karada; yaralı, hasta taşıyan ve ambulans görevi yapan araçların savaştaki statüsüne yönelik pek çok kuralın 1864 yılında imzalanan Cenevre Sözleşmesi’nde yer aldığını hatırlatmakta yarar görmekteyiz.
Yaklaşık çeyrek asır sonra yenilenen 1906 tarihli Cenevre Sözleşmesinin insani prensiplerle ilgili bölümlerinde yeni bazı esaslar belirlenmiştir. Bu esasların hepsinin altına imza koyan ulusların belli başlılarından biri de Osmanlı Devletidir.
İhtiyaç üzerine yeniden belirlenip imzaya sunulan maddeler arasında, Kızılhaç ve Kızılay Bayrakları’nın çekilmesi ile ilgili hükümler belirlenmiştir. Bu hükümler gereği, beyaz zemin üzerine kırmızı hilalden oluşan, 6 Temmuz 1906 tarihli Cenevre Sözleşmesindeki çerçeveye uyularak; hem karada, hem de denizdeki sağlık kurum, kuruluş ve araçlarına Kızılay bayrağı, belirtilen Ölçülere ve prensiplere uygun olarak çekilmiştir.
Yukarıda sözü geçen Cenevre ve La Haye Anlaşmaları’na göre bu tür sağlık kuruluşlarına asla saldırı olmayacak, personeli ve araçları alıkonulmayacaktır.
Daha sonra bu hükümler 18 Ekim 1907 tarihli La Haye Sözleşmesi’nde de tekrarlanmıştır.
Fakat savaş içinde bu kurallara çoğu zaman uyulmamış; 1914 yılı Ağustos ayından savaş sonuna kadar çeşitli sağlık kurumu, denizdeki sağlık araçları, sivil alanlar ve yerleşim yerleri yukarıda belirtilen sözleşmelere aykırı biçimde saldırılara hedef olmuştur.
Anlaşma dışı davranışlar sürüp giderken hükumet, yetkilileri, askeri sorumlu birimler, Kızılay Cemiyeti ve basın, sesini duyurmak için büyük çabalar harcamıştır. Bu çabalardan birisi de kamuoyunu aydınlatmak olduğu için bu konuda pek çok haber, yazı ve fotoğrafın da yer aldığı dönemin medyası üzerine düşen görevi olabildiğince yapmaya çalışmıştır.
Bu arada Tanin gazetesinde yer alan başyazar Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey’e ait görüş ve düşüncelerin bir kısmını, konu ile ilgili ilginç bir örnek olması açısından yansıtmakta yarar görmekteyiz. Savaş hukukuna aykırı davranışları kaleme alarak kamuoyuna durumun içler acısı halini aktarmaya çalışan başyazarın aşağıdaki görüşleri son derece anlamlıdır :
“Gazetemizin dünkü sayısında yer alan resmi tebliğde özellikle şu satırlar dikkatimizi çekmektedir:
“Bir düşman monitörünün Arıburnu önünde açıktan açığa hastane gemisini kendisine siper ederek buradaki mevzilerimize ateş açtığı görülmüştür.”
Ne alçakça bir hareket, ne alçaklık… Bu ne mertliğe ne ahlaka, ne insanlığa yakışır. Bir hastane gemisinin arkasına saklanıp ateş açmak!… Demek ki şefkat ve merhametimizden de yararlanmak istiyorlar. Türklerin yaralı ve hasta düşmanlara ateş etmeye vicdanlarının asla izin vermeyeceklerini bildikleri ahlaki faziletlerimizi takdir ettikleri için hastane gemilerini siper yapıyorlar. Türk merhametinin arkasına namertçe ve alçakça gizlenerek oradan bize gülle atacak kadar küçüklük gösteriyorlar. Bunları yapanlar da Afrika‘nın yamyam vahşileri değil, kendilerini mevcut uygarlığın en büyük kurucuları ve yayıcıları sayan düşmanlar!….Dünyada zannediyoruz ki bundan daha fazla alçaklık, bundan daha fazla bir kötülük, bundan daha fazla bir derecede ahlak ve maneviyat düşüklüğü akla gelemez.
Yaşasın kahraman ve şerefli Türkler ki, kendilerini korumak için böyle hastane gemilerini siper edecek derecede küçülen düşmanlara karşı karşılık vermeye tenezzül bile etmemişler ve bu derece kötü harekete karşı yaralı ve hasta düşmanlara karşı yine yüksek karakterlilik göstermekten geri durmamışlardır. İşte kendilerine uygarlık kurucuları ve yayıcıları süsü veren düşmanların küçüldüğüne karşı, düşmanların küçük gördükleri Türklerin büyüklüğü!…
Cenevre Anlaşması kurallarının deniz savaşlarının Uygulanmasına yönelik olarak II. Lahey Konferansın’da düzenlenip İngiltere ve Fransa’nın da resmen onaylamış oldukları anlaşmanın dördüncü maddesinde yaralı, hasta ve deniz kazası mağdurlarına yardım ve destekte bulunmak üzere hazırlanmış ve donatılmış gemilerin rahatsız edilmey eceğini diğer devletler gibi onlar da imza koymuştur. Fakat yenildikçe, bozguna uğradıkça bütün haince girişimlerinin boşa çıktığını gördükçe yalnız anlaşmaları, ahlakı, manevi değerleri değil, her şeyi, hatta insanlığı bile unutan düşmanların gözleri öyle kararmıştır ki artık onlar her şeye sırt çevirebilir. Bugün kendi yaralı ve hastalarını siper yapacak kadar alçalan bu düşmanların belki yarın daha da kötü hareketlerde bulunmaları doğaldır.
Çanakkale‘de neler yapmadılar. Domdom kurşunları, satırlar… Özetle uygarlık ve insanlık kurallarına karşıt olarak daha neler kullandılar. Fakat bunlardan gördükleri yarar, uğradıkları ve bundan sonra uğrayacakları kayıp ve yılgınlıktan başka ne getirir? Hiç.
Kesinlikle eminiz ki bu hiçlik devam edip gidecek, harbin sonunda düşmanların kazandıkları sadece “hiç” olacaktır. Aylardan beri İngilizler ve Fransızlar uğraştılar, uğraştılar, hatta en çok özveriyi bize karşı göstermek şartıyla çalıştılar. Allah’ın yardımıyla hiçbir şeyde başarılı olamadılar ve olamayacaklardır Onların bu hümanite girişimleri kendilerinin kaçınılmaz çöküşünü hazırlıyor. Özellikle bu kadar namertçe ve alçakça hareketler bu felaketi her halde ertelemiş oluyor.
Düşman bilmelidir ki Çanakkale büyük ve kahraman milletin bütün ruh ve maneviyatından vücuda gelmiş bir demir kapıdır. Öyle demir ki buraya 35 değil. 105 ’lik olsa yine toplamı gülleleri tesir etmez. Muhnik (boğucu ve zehirli) gazlar değil, onlardan daha kuvvetli şeylerden yapılan bombalar bu kapının kahraman bekçilerini yıldıramaz. Ne olsa, ne yapılsa boşunadır. Bu demir kapı düşmanlara açılmayacaktır….” sürekli bombardıman karabulutu altında, hep ürkerek, hep korkarak hizmet etmiştir. Ama her zaman, her olumsuz şartta bile görevini yapmaya büyük
çaba harcamıştır.
Bombalanan Hastaneler, Sargı Yerleri, Hastane Gemileri
29 Nisan 1915 günü öğleden sonra meydana gelen olaylarından birisi de, düşman filosunun Eceabat üzerine yaptığı bombardımanlardır. Yaralı toplama yerleri ve seyyar hastanelerin bulunduğu bu küçük kasabada yangınlar çıktı. Hastanedeki yaralı ve hastalardan bazıları şehit oldu. Bu arada bazı yaralı İngiliz esirleri de vardı. Bunlar da kendi deniz kuvvetlerinin bombardımanlan altında can verdiler.
İngiliz uçakları, yaralıların taşınmakta olduğu gemilere saldırmakta ve böylece, sıkıntılı olan durumu daha da ağırlaştırmaktaydı. Esasen İngiliz savaş gemileri de, hastaneleri veya yaralıları taşıyan askerlerle araçları bombalamakta tereddüt etmiyordu. Nitekim bu gemiler, 1 Mayıs 1915 günü Eceabat‘taki hastaneyi topa tutarak 23 mermi isabet ettirmiş; bu suretle 2500 yaralıyı barındırmakta veya tedavi görmekte olan hastaneyi yıkmış ve iki esir İngiliz ağır yaralı eri de dahil olmak üzere ölümlere neden olmuştur.
Düşmanın bir savaş gemisi, 2 Mayıs sabahı balon gözetlemesiyle Gelibolu kasabasını bombardıman etti. Askeri hastanenin durumu ciddi idi. İngiliz gemileri yine hastanelere saldırmışlardı. 500 yataklı Gelibolu Hastanesi bir tepenin üstünde idi. Bütün yataklar dolu ve çoğunda iki kişi yatıyordu. Hastanenin özel bir hedef olarak seçildiği belli idi. Bombardımanlar daha çok bu kısımda toplanmış ve hastane binalarına isabetler de olmuştu. Taşınabilecek hasta ve yaralılar Tekirdağ’a nakledildi.
E-ll denizaltısı, 1 Haziran 1915’te Yeşilköy açıklarında 700 yaralıyı taşıyan Lili Rikmers Türk Hastane Gemisi ne hücum etti.
12 Temmuz günü akşam üstü düşman uçaklarını üzerlerinde yatay olarak gerilmiş net olarak görünen Kızılay işaretleri bulunan Halilpaşa Hastanesi‘ne bombala: attı. Diğer bir düşman uçağı da Kumkale‘nin güneyinde Ezine Hastanesine bir bomba attı ve bir yaralının şehit olmasına sebep olmuştu.
14 Temmuz 1915 tarihinde Akbaş Limanı’nda bulunan Kızılay’a ait Gülnihal Hastane Gemisi’yle 60 ve 63 numaralı hasta taşıyan gemiler Kızılay Bayrağı taşımalarına rağmen bombalandı.
25 Temmuz Pazar günü savaşın başlangıcından ben hastane olarak kullanılan ve her iki tarafında Kızılay Sancağı buluna Halilpaşa Çiftliği Hastanesine altı düşman uçağı gelerek pek çok bomba attı, karantina ve memurlar ofisi tahrip oldu; hastalardan altısı şehit oldu, on ikisi de yaralandı. Hastalan hemen Bergos’ta bulunan ihtiyat hastanelerine nakledildi.
27 Temmuz akşam üstü düşman uçakları üzerinde yatay olarak gerilmiş her yerden rahatça görülen Kızılay işaretleri bulunan Çelil Paşa Hastanesi’ne bombalar attılar. Düşman Uçakları Yenişehir’e sonuçsuz bombalar attılar.
Galata köyüne üzerinde Kızılay işaretlerini taşıyan hastaneye 27 Temmuz’da bir düşman uçağı üç bomba attı. Bir asker şehit oldu ve üç asker yaralandı. Düşman uçaklarından Arıburnu’nda Kızılay işaretli hastaneye yeniden on iki bomba atıldı. Dokuz askerin yeniden yaralanmasına sebep oldu. Değirmenburnu önündeki Türk hastane gemisine dört bomba atıldı.
Kilitbahir civarında Ağaderesi mevkiinde etrafı pek çok Kızılay bayraklarıyla donatılmış olmasına rağmen hastaneye düşman uçaklarından bombalar atıldı. Dört yaralı şehit oldu, on dört kişi de aynca yaralandı.
12 Ağustos sabah ve akşam, düşman uçaklarını Arıburnu mıntıkasında Haralar Hastanesi‘ne on iki bomba attı.
15 Ağustos saat 16.OO’ da düşman denızaltısı Marmara Denizinde muhacir bulunan bir kayığa üç mermi attı.
13 Ağustos sabahı ve akşamı düşman uçaklarından Arıburnu’nda Kızılay işaretli hastanelerimize yeniden on iki bomba atıldı. Dokuz askerin yeniden yaralanmasına sebep oldu.
Ayrıca 30 Ağustos’ta Çanakkale önlerinde bulunan İngiliz – Fransız donanması, savaş hattının uzağında bulunan Akbaş Askeri Hastanesini bombalamıştır. Top mermilerinden dördü hastaneye isabet etmiş ve iki kişi ciddi şekilde yaralanmıştır.
Güney gurubunda düşman uçakları Hafif ve Ağır Mecruhin (yaralı) Hastaneleri etrafına on iki bomba attı. Nakliye katarından dokuz asker ve on hayvan yaralandı bir hayvan öldü.
Bir düşman uçağı 8 Eylül’de Çanakkale’de öteden beri mevki ve işaretleriyle hastane olduğu belli olan askeri merkez hastanesine üç bomba attı.
Bütün bunların yanında 21 Eylül 1915’te Çanakkale Merkez Hastanesinin de düşman uçakları tarafından bombalandığını görmekteyiz. Düşmanın kendi haritalarında bile askeri hastane diye gösterilmesine rağmen her türlü işaretin var olduğu bu yapıyı bombalamasının insanlıkla hiçbir zaman bağdaşmayacak hukuk dışı bir davranış olduğu, bu durumun nefretle karşılandığı ve şiddetle kınanması gerektiği istenmiştir.
Agamemnon sisteminde bir zırhlının 1 Aralık’ta Kilitbahir istikametindeki bombardımanı esnasında bu hastaneye isabet eden düşman mermilerinden dolayı dört şehit ve yirmi asker yaralı olmuştur.
Ece Limanı kuzeyinde 11 Aralık 1915 günü bir monitör ile bir torpidosu Kemikli limanında bir zırhlı yolu gözlemleme mevzisine ve Turşun köyündeki hastaneye ateş açmış ve bu etki ile hastanede yedi asker şehit ve bir asker yaralı olmuştur.
Seddülbahir’de Behramlı reviri topa tutularak iki askerin şehit, dört askerin yaralanmasına, iki hayvanın telefine ve şüheda kabristanının tamamıyla harap olmasına sebep olmuştur.
Ve yine 29 Kasım öğleden sonra Agamemnon sisteminde bir düşman gemisi Kilitbahir civarını bombardıman etmiştir. Yakındaki Ağaderesi Hastanesini de ateş altına alarak dört askerimizi şehit düşürmüş ve yirmi askerimizi de yaralamıştır. Ağır Mecruhin/Yaralı Hastanesi’nin Kızılay Bayrağı yanmıştır. Subaylara ait büyük hastane çadırı harap olmuştur.
“Cepheden Cepheye 1914-1918 İhtiyat Zabiti Bulunduğum Sırada Cihan Harbinde Kanal ve Çanakkale Cephesine Ait Hatıralarım” adlı günlüğün sahibi Münim Mustafa, düşmanın uluslararası hukuk ihlallerini şöyle dile getirir:
“Çanakkale harbinde uluslararası anlaşmalar ile “saldırıdan korunacağı’ devletlerce onanan Kızılay bayrağını taşıyan hastaneler, hasta nakliye gemileri de İngiliz ve Fransız uçak ve donanması tarafından bombardıman edilirdi.
Hatta bir gün baştan aşağı yaralılarla dolu olan ve düşmanın yaralı esirlerinin de bulunduğu Çamburnu Hastanesinin bombardıman edilmesi üzerine bizim yaralılarımızla beraber, düşman yaralıları da uluslararası hukuk esaslarını hiçe sayan bu fecaatin kurbanları olmuştu.
Akbaş ilerisinde Yalova köyü civarında insaniyetperver bir zat tarafından yaptırılmış olan küçük bir yaralı merkezi vardı. Kızılhaç işaretini taşıyan bu hastane de bir gün gene düşman filosu tarafından bombardıman edildiği için savaş kurallarıyla insani hislere aykırı olan bu tecavüz General Liman tarafından protesto edildiği işitilmişti.”
“Eceabat ilerisindeki tepeyi tırmanmaya başladığımız bir sırada bu defa da uçak filosu başımızın üstüne gelmiş ve tur yapmaya başlamıştı.
Bunu bir bomba gürültüsü takip etti. Bütün bombaların Çamburnu Hastanesinde yatan yaralılar ve hastalarımızın tam başı ucunda patladığını görüyordum.
Dikkat ederek anlamak istiyordum. Acaba bu uçaklar medeniyet savunucularından hangi millete aitti?
Bunlar hastanelerin harpte bombardıman masuniyetine yönelik mevcut uluslararası medeni anlaşmaları çiğnemişlerdi. Ve o vakit yaşamak için kuvvetli olmak gerektiğini bir daha anlamıştım.”
Rengi ve şekli ve büyük birlikleri de işaretiyle düşmanca da hastane vapuru olarak tanınan Reşitpaşa vapuru üzerine 1 Aralık 1915’te düşman uçağı bombalar atmış ise de bir zarar olmamıştır. Bir düşman uçağı Gelibolu kasabasına üç bomba atmıştır.”
Çanakkale savaşlarında ilk Türk kadın hastabakıcı olan Safiye Hüseyin Hanımefendi ile 1935 yılında yapılan röportajda;
“…Size Reşitpaşa Vapuru ile nasıl bombardımana tutulduğumuzu anlatayım: Akbaş iskelesinden yaralıları aldık… dönüyorduk… birdenbire tepemizde bir uçak belirdi. Güverteye çıktık. Süvari onun İngiliz uçağı olduğunu söyledi. … zerre kadar korkmuyorduk. Geminin bir tarafında kızıl bir ay, bir tarafında da kızıl bir haç vardı. İçimizden bize ateş etmezler diyorduk…. Biraz sonra müthiş gürültüler oldu. Vapurun sağma soluna gülleler yağıyordu. Sonraki zamanlarda düşman uçağı birkaç defa daha aynı şekilde yaptı.. ..”
Sivil Alan Bombardımanı
İtilaf Ordusunun bazı görevlileri, sivil alan konusunda da pervasızca davranmaya, etrafı yakıp yıkmaya ve sivil halkı çaresiz bırakmaya çaba gösteriyordu.
Düşman müfrezesi/karaya çıkarılan birlik, 4 Mart 1915’te Cornwallis ve Irresistible’ın ateş desteğinde köye girmeye çalışmış, ilerleyemeyince, yeni önlemlere başvurmak zorunda kalmıştı. Gün sonundaki Türk kaybı, 16 şehit, biri subay olmak üzere 45 yaralıdan ibaretti. Hasara gelince; Kumköyü ve Yeniköy tümüyle yanıp yıkılmıştı.
Tanin gazetesi, 6 Mart 1915 tarihli Resmi Tebliğ’de Düşman donanması bugün birkaç parçaya ayrılarak Adalar Denizi sahilinde Dikili, Sarımsak, Ayvalık gibi askeri korumadan uzak açık mevzilere neticesiz bombardıman ederek çekildiğini bildirmiştir..
İkdam gazetesi de İzmir, Papazlık, Dikili, Ayvalık ve Sarımsak çevrelerine bazı düşman kruvazörlerin bombardıman ettiklerini aktarmıştır. 7 Mart’ta Foça ve çevresine; 8 ,9, 11, 14 Mart günlerinde İzmir ve civarına yapılan bombardımanlar hakkında bilgi vermiştir.”
18 Mart’ta Muhabirlerin gözlemleri şöyledir:
“Muhabir Heyeti infilâk eden mermilerin etkisiyle yanan şehrin arka taraflarında bulunan tepelenin yakınlarına da mermi düşmeye başlaması üzerine Çimenlik istihkâmına sığınmıştır Patlayan mermilerden ve savunan Türk bataryalarının karşılık vermesiyle gürültü o derece büyük idi ki muhabirler bir müddet hiçbir yere sığınak bulamadılar…. Öyle ki Hamidiye ve Çimenlik istihkâmları arkasında bulunan Çanakkale‘nin Rum mahallesi ateş almış ve büyük bölümü harap olmuştur. Bununla beraber Türk askeri itfaiye alayı alevleri bastırmıştır…Bu gece Çanakkale hala yanıyor. Herkes yarın ne olacağını beklemektedir.”
30 Mart 1915 günü iki bacalı, iki direkli bir zırhlı saz limanı önlerinde Bergos köyü ve civarına top ateşi açmıştır.
7 Nisan’da Yeniköy bombardımanında bir şehit vardır. Köylüden de bir kadın telef, iki erkek ve bir kız çocuğu yaralı olmuştur.
16 Nisan tarihinde de Bolayır ve civarına düşman donanması birkaç mermi savurmuştur.
22 Nisan 1915 Perşembe günü düşman uçakları tarafından Eceabat‘a atılan bombalar masum halktan elli kişiyi öldürmüştür.
Bir gözlemci 23 Nisan’da Eceabat üzerine atılan bombalar konusunda gördüklerini anlatmıştır:
“Birleşik filoya bağlı uçaklar, hava etkinliğini artırdılar. 22 Nisan günü öğle üzeri üç İngiliz uçağı, Eceabat kasabasına sekizden fazla bomba atarak, aşağıdaki kayıplara neden olmuştur: Halktan 15 yaralı 5 ölü, askerlerden 11 yaralı 5 şehit.”
Aynı bilgi İkdam gazetesinde şu şekilde yer alır:
23 Nisan tarihinde düşman uçaklarından Eceabat üzerine atılan 10 bomba, halktan 16 kişinin vefatına, 9 kişinin yaralanmasına sebep olmuştur.’ İki Müslüman yaralı hanımefendi hariç tamamı kasaba Rumlarından oluşan isimlerin olduğu liste yayınlanmıştır:
“Ölenler: Maydos Despot Vekili Papa Trandafil (40), Papa Atenas (50), Yakim Hacı Manol (64), Aleksi kerimesi Fotini (17), Demirci Anesti (54), Anesti’nin zevcesi Eleni (40), Anesti’nin oğlu Hıralambo (12), Yorgo oğlu Prakop (2), Çoban Yani zevcesi Anaşiye (46), kerimesi Hritoş (20), oğlu Dimitri (12), diğer oğlu Lambo (10), Ekmekçi Todori zevcesi Vasiki (32), kerimesi Trandiflo (8), Lambo oğlu Stravi (16), Kitreli Atene (189, Yani oğlu Hristo (12).”
“Yaralılar: Seddülbahirli Hüseyin’in zevcesi Kamile (45), kerimesi Teybe (9), Riga zevcesi Vasilo (32), Katen validesi Hrisavio (70), Yorgandi oğlu Fotaki (16), Ekmekçi Todori (39), Kosta zevcesi Hrisavi (40), Yakim kerimesi Anna (14).”
28 Nisan 1915 Çarşamba günü düşmanın üç zırhlı 14.00’e kadar Kumkale ve Halileli sırtlarını bombardıman etti.
29 Nisan’da düşman 73 mermi, atmak suretiyle Eceabat’ı yakmış ve buna Barbaros ancak sekiz mermi ile karşılık verebilmiştir.
29 Nisan gününün öğleden sonrası, düşman filosunun Eceabat üzerine yaptığı bombardıman vahşicedir. Bunun taktik bir amaçla yapıldığını kabul etmek biraz zordur. Eceabat artık önemli bir hedef değildir. Çünkü binalardan bir çoğu yakılıp yıkılmıştır. Bu bombardımanların diğer kötü sonucu da 3000 peksimetin ambarlarda yanmasıdır. Yangın ertesi gün de devam etmiştir. Kasabada sağlam bir bina kalmadığı ifade edilmiştir.
Düşman 30 Nisan 1915 Cuma günü Saros yönünden endirekt ateşi ile Çanakkale’yi tamamen bombardımanla yerle bir etmeye başlamıştır. Şehrin birçok yeri tutuşmuştur. Lanet olsun böyle medeniyete. Şehrin birçok mahallesi yanmıştır. Müfreze, Hastane Bayırı’na nakledilmiştir.”
Kabatepe önlerinden yaptığı aşırtma ateşiyle 30 Nisan günü Çanakkale kentini bombardıman eden ve 15 mermi isabetiyle yangınlar çıkaran Lord Nelson savaş gemisinin bu görevini devam ettirmek üzere 1 Mayıs günü de iki düşman uçağı kente yedi bomba atmıştır. Böylece Kent bir kez daha yakılmış, büyük bir şans eseri olarak, askeri tesislerde bir zarar görülmemiştir.
5 nci Ordu Komutanlığının 30 Nisan 1915’te Başkomutanlık karargahına ivedi kaydı ile çektiği şifrede şöyle deniliyordu:
“…En çok kaybımıza neden olan, düşmanın sabit balon gözetlemesidir… .Hastane ile beraber Eceabat’ın dünkü bombardımanı pek çirkin bir hareketti….Gelibolu’ya uçaktan bomba atılmış, bir er şehit, bir kadın ölü ve bir kadın ağır yaralıdır.”
30 Nisan günü ise Kabatepe önlerinde mevki alan Lord Nelson savaş gemisi aşırtma ateşi ile Çanakkale şehrini bombardımana tuttu. Şehir içerisine düşen 15 kadar merminin altı yerde çıkardığı yangınlar iki gün devam etti.
1 Mayıs günü beş düşman uçağı Bigalı Köyü ve güney civarını dolaşmış, bombalar atmıştır; dört erimiz şehit olmuştur. Öğleden sonraki saatlerde iki savaş gemisi Anafarta köylerini şiddetli bir topçu ateşine tutmuştur. Küçük ve Büyük Anafarta köylerinin bir kısmı yanmıştır. Oysa bu kesimde herhangi bir askeri hedef yoktur.
2 Mayıs sabahı da düşmanın bir savaş gemisi, balon gözetlemesiyle Gelibolu kasabasını bombardıman etti. Kasabada yer yer yangınlar çıktı. Buradaki erzak ve cephane depoları Akbaş, Nara ve Lapseki’ye kaldırıldı. Bu arada 5 nci Ordu Karargahı da 10 kilometre kadar güneydeki Bayırköyü’ne yer değiştirdi. Olayın belki tek olumlu etkisi bu idi, Hala Gelibolu’da kalan Ordu Karargahı biraz daha yaklaşmış oluyordu.
10 Mayıs günü İngilizler Çanakkale savaşları esnasında sabit balonların yardımıyla Maydos kasabası ve o arada Kızılay bayrağı çekmiş olan hastaneyi her türlü devletler arası kural ve sözleşmeleri hiçe sayarak bombardıman ederek 30 kadar yaralımızı şehit etmişlerdir.
İngiliz Agamemnon muharebe gemisiyle Monica adlı balon gemisi Saros körfezine giderek balon gözetlemesiyle Gelibolu ilçe merkezini bombardımana tutmuştur. Bombardımanda Ordu Karargahı da yalın patlamalar ve parça isabetine uğramış ise de, can kaybı olmamıştır. İlçede bir cami yanmış, bir han ve bazı evler yıkılmış, halktan ve küçük çocuklardan bir kısmı da yaralanmıştır.
5 Mayıs 1915 Çarşamba günü düşman tekrar Eceabat‘a mermi atarak kasabada yangın meydana getirmiştir. Kilitbahir üstündeki tepelerde endirekt beş on mermi atmıştır.
25 Haziran 1915 Cuma günü 15.30’da düşman tarafından Saros yönünden Çanakkale’ye endirekt top atışı yapılmış ve yirmi beş kadar mermi atılmıştır. Şehrin Çay mahallesi ile Fatih mahallesi ve civan yanmıştır.
Yukarıdaki yaşanan gelişme belgeye şöyle yansımıştır:
Dün (Cuma Günü) 9 torpido 11 mayın arama tarama gemisi muhafazasında Agamemnon sisteminde bir zırhlı ve refakatinde bir balon gemisi Arıburnu istikametinde ilerledi. Balon yardımıyla Çanakkale‘ye 20 – 30 kadar bomba attı. Meydana getirdiği yangın gece yansına kadar devam etti. Kayaltepe‘deki topçumuzun etkin ateşi üzerine ‘gözetleme balonu’ indirildi ve hepsi beraber İmroz Adası‘na çekildi.
Öğleden önce bir düşman uçağı Gelibolu kasabasına üç bomba atmışsa da bir zararı dokunmamıştır.
23 Temmuz 1915 Cuma günü düşman endirekt atışla Çanakkale’nin yanmış kısmına on mermi atmıştır.
Kuzey Grubu Cephesi‘nde 9 Ağustos’ta bir kruvazör bir torpido Turhan, Kavakköy ve Kocaçeşme köylerini topa tuttu. Birkaç ev yandı. Nüfusça kayıp yoktur.
23 Ağustos sabahı Saros Körfezi’ne düşmanın her zaman dolaşan iki gambottan başka kruvazör, bir mayın ve bir uçak gemisi geldi. Bolayır Köyü ve civarını aralıklı olarak bombardıman etti.
Bir torpidoda da Eksamil ve Bolayır etrafına yüz’e yakın mermi atmış ve sahile yanaşmak istemiş ise de topçumuzun ateşiyle uzaklaştırılmıştır.
3 Ekim 1915 Pazar 16.00’da düşman aşırma atışı yaparak Çanakkale’nin değişik mahallerine 13,5 pusluk 15 mermi atmıştır.
5 Ekim 1915 Salı günü düşman uçağının attığı bombalarla bir erimiz şehit olmuştur. Düşman Eceabat’a ve denize yirmi adet aşırtma mermi atmıştır.
6 Ekim 1915 Çarşamba günü akşam üzeri beş düşman uçağı Osmanlı mezarlığının arkasındaki evlere bomba attığından üç ev hasar görmüştür.
Bir düşman monitörü aşırma atışı ile Gelibolu’yu bombardımana girişim etmiş ise de bataryalarımız karşılık vermiş ve bir mermi monitöre isabet etmesiyle monitör uzaklaşmıştır.
10 Ekim 1915 Pazar günü Düşman Eceabat’a aşırma suretiyle on kadar mermi atmıştır.
30 Kasım 1915 günü düşmanın Agamemnon Zırhlısı 13.00’den 13.35’e kadar aşırma atışları yapmıştır. Elli kadar mermi Kilitbahir’deki mezarlık sonundan başlayarak Çamburnu tepelerine ve Ağadere’deki çadırlara düşmüştür. Bir kısmı da denize düşmüştür. Kilitbahir’de bir yağhane ve bir ev yanmıştır. Çadırlarda yirmi otuz kadar er ve hasta şehit olmuştur.
2 Aralık 1915 Perşembe Bugün düşman uçakları pek çok bomba atmıştır. Hasar yoktur.
8 Aralık 1915 Çarşamba günü düşmanın üç mermisi aşırtma suretiyle Kepez’e düşmüştür. Birinin de Çayırlık’taki köprü civarına isabet ettiği kaydedilmiştir.
17 Aralık 1915 Cuma 14.00’de düşman aşırma suretiyle 13 mermi atmıştır. Bunlar Anadolu Hamidiyesi’nin arkasından başlayarak kısalmak suretiyle Rumeli Mecidiyesi’ne kadar uzatılan bir hat üzerine düştü. Bundan önce beş altı mermi de Kilye Limanı’na düşmüştür.
Domdom Kurşunu Kullanımı
Münim Mustafa,
“Havada, tepemizden geçen kurşunlar arasında bazıları çocukların şenliklerde yere altıkları zaman garip bir ses çıkaran fişeklerin sesini andırıyordu, bu cephede eskiyen arkadaşlara bunların ne olduğunu sorduğumuz zaman:
—Domdom kurşunu! Cevabını alıyorduk. Demek bu da vardı.” deyip şunları ilâve etmektedir:
“Ortalık kararmıştı. Siperlerdeki zeminliğime gelmiştim. Kulaklarımın her vakit işitmeye alıştığı top, tüfek, bomba sesleri içindeydim. Hepsi bin bir çeşit sesler çıkarıyor, sağımda solumda inilti ile patlıyordu. Tepenin üstünde çatlayan domdom kurşunlarının sesleri yine sıklaşmıştı.”
Düşmanın 9 Mayıs 1915 günü domdom kurşunları kullandığı ve elde edilen telsiz-telgraf muharebelerinden yaralılarımızın toplanma yerlerine topçu ateşi açtıkları net olarak belli olmuştur.
Resmi tebliğlerde ve özel muhabirlerin ulaştırdıkları telgraflarda yasak olmasına rağmen düşmanın domdom kurşunları bildirilmektedir.
Güney grubu sağ yön karşısındaki düşman, domdom kurşunu ile siperlerimizdeki domdom kurşunlarını parçaladı.
O günlerde düşman çoğunlukla domdom kurşunu kullandığına dikkatler çekilmektedir.
Başkomutan Vekili Enver Paşa‘dan Dışişleri Bakanlığı’na 20 Mayıs 1915 tarihinde ulaştırılan belge: Çanakkale Boğazı‘nda yaralanıp Tekirdağ Hastanesi‘nde yatırılan bir Osmanlı askerinin bacağından çıkarılan ve İngilizler tarafından kullanılan domdom kurşunu parçalarıyla üçünün alınan iki adet fotoğrafları ilgililere sunulmuştur.
Şeyhülislâm ve Evkâf-ı Hümâyûn Nâzırı Hayri Efendi imzalı kimi belgeler özetle şu vahim durumu yansıtmaktadır:
Çanakkale‘de pek çok çarpışmalarda yaralanıp tedavi altına alman Gurebâ-yı Müslimîn Hastanesi‘ne yatırılan Osmanlı’ gazilerinden acımasız düşmanlarımızın domdom kurşunu gibi vahşice yaralananlarından birkaç tanesinin nerelerde ve ne şekilde yaralandıklarını açıklayan künyeleriyle yaralayan objenin şekli, hastane başhekimliğinden alındığı haliyle gündeme taşınmıştır.
Domdom kurşununun ve yaralı gazının ıstırabına şöylece bir göz gezdirmek insanlık âleminin ne derece hunharlık ve zulümlerine karşı göğüs germeye mecbur kalmış olduğunu anlamak için yeterli olup: devletler hukuku kuralları ve insanlık kanunları ile hiçbir ilgileri olmadığını her bir işlemleriyle ile ispat eden; üstelik buna rağmen bu vahşetleriyle beraber işlerine geldikçe uygarlıktan bahsetmekten çekinmeyen gaddar düşmanlarımızın yırtıcı yaratılışlı oldukları ne kadar da ortadadır.
Başhekim raporu: (Kimlik bilgileri ve resimler belgelerde kayıtlıdır.)
Biga Kazası’nın Elmalı köyünden Dülgeroğullan’ndan Mehmet oğlu Sadık, Domuzbumu’nda domdom kurşunuyla yaralanmıştır. Yara gayet fena kokuludur.
Nazilli Kazası Sultanhisar Nahiyesi Eskihisar köyünden Koca Halil Oğulları’ndan Ahmet oğlu Mehmet, Seddülbahir’de domdom kurşunu ile yaralıdır .
Çorum Sancağı’nın Tepecik Mahallesi’nden Hüseyin oğlu İbrahim Seddülbahir’de domdom kurşunu ile yaralanmıştır.
Biga Kazası’nın Sankaya köyünden İsmail oğlu Abdülhalim, domdom kurşunu ile yaralıdır.
Bursa Vilâyeti’nin Aziziye Kazası’nın Celâliye köyünden Berberoğulları’ndan Ali oğlu Mustafa, Arıburnu’nda domdom kurşunu ile yaralanmıştır.
Kastamonu Taşköprü Kazası’nın Seki köyünden Hacı Ahmetoğulları’ndan Hasan oğlu Halil, Kabatepe’de domdom kurşunu ile yaralanmıştır.
Fena Kokulu Gaz Kullanımı
20 Mayıs 1915, Arıburnu mıntıkasında: 19/20 gece yarısından sonra sağ cenaha karşı düşmanın yaptığı saldırı, gördüğü şiddetli mukabele üzerine sonuçsuz kalmıştı. Düşman bu saldırısında avcı hendeklerimize fena koku neşreden pamuk gibi yanıcı maddeler atmıştı.
Başkomutan Vekili adına ilgili Müsteşar’ın 2 Temmuz 1915 tarihli Hariciye Nezâreti‘ne sunduğu belgede, “Düşmanın Çanakkale’deki kıtalarımıza karşı kullandığı mermilerin içindeki ‘muhnik (boğucu ve bunaltıcı) gazlar’ hakkında gerek resmî tebliğimiz ve gerekse pek çok mahalli gazeteler ile yayınlar yapıldı. Hak ve uygarlık koruyucusu olarak geçinmek isteyen düşmanlarımıza aynısıyla karşılık verme zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bütün bunun sorumluluğu düşmana aittir. Düşmanın bu yeni tarz savaşlarının tarafsız ve dost devletler katında vakit geçirmeden protesto edilmesini -özellikle- istirham ettim,” demektedir.
Başbakanlık Hariciye Nezâreti Şifre Kalemi 1617 Atina Büyükelçiliği’nden gelen bilgiye göre 577 numara ve 21 Haziran 1915 tarihli telgrafa göre; Müttefik ordusunun Çanakkale’de boğucu gazlarla dolu patlayıcı madde atmayı giriştiği haberi alınmıştır.
İtilaf Ordusu 3 Temmuz günü Kuzey Grubu’nda parçalandıktan sonra yeşil bir gaz yayan şarapnel kullanmıştır. Gaz mermilerini attıktan sonra bombalarla siperlerdeki kalasları yakmak istemiştir. Haziran ayından itibaren Arburnu’ndaki düşman topçu mermileri içinde fena kokulu gaz yayan patlayıcı maddeler kullanmaktadır.
Anafartalar bölgesinde Azmakdere güneyinde mevzilerimize karşı boğucu gazları içeren bombalar atılmıştır.
Seddülbahir bölgesinde düşman muhnik/boğucu gaz yayan mermilerini ısrarla kullanmaktadır.
25 Temmuz öğleden evvel Seddülbahir mıntıkasından düşman muhnik gaz yayan mermilerini hâla kullanmaktadır.
“Şimdi ise büyük çaplı toplarıyla da muhnik gaz yayan taneler kullanmaktadırlar.”
Fena kokulu gaz kullandıkları haberi gündemdeki yerini sürekli korumaktadır: “14 Haziran’dan itibaren Arıburnu’ndaki düşman topçu mermileri içinde fena kokulu gaz yayan patlayıcı madde kullanılmaktadır.
Arıburnu’nda fena kokulu gaz neşreden atışa hala devam etmektedirler.
Aceledir kaydıyla “Bâb-ı Alî Hariciye – Nezâreti Umûr-ı Siyasiye Müdünyet-i Umumiyesi”den Başkomutanlığı Vekâleti’ne ulaştırılan belgede: Çanakkale’deki muharebelerde Müttefikler tarafından muhnik (boğucu) gazlar kullanıldığına ilişkin resmi tebliğlerin biri ile en tarafsız gazetelerden Nieuve Rotterdameche Courant gazetesinin yayınlanmış içerik La Haye Osmanlı Büyükelçisi’nden 28 Temmuz 1915 tarihli yazı ile belgelenmiştir.
Kuzey Grubu‘nda (Arıburnu) aralıklı topçu ve piyade muharebesi olmuştur. Düşman fena kokulu gaz yayan bomba kullanmaya hâlâ devam etmektedir. 19 Haziran‘da parçalandıktan sonra bu cinsten yeşil gaz
yayan şarapnel atışı yapmıştır.
Askeri Hastaneleri Başka Amaç İçin Kullanma
Bir düşman monitörünün Arıburnu önünde açıktan açığa hastane gemisini kendine siper ederek karadaki mevzilerimize ateş açtığı görülmüştür.
Yabancı kuvvetlerin hastane gemilerini ‘asker sevki’ ve sözleşmelere avlan olarak ‘diğer hizmetlerinde kullanmak’ suretiyle suiistimal ettiği vurgulanmıştır.
Eğitim ile meşgul bir düşman bloğu üzerine yönelen askerlerimizi gören İtilaf askerlerinin ateşlerimizin etkisinden korunmak için derhal o bölgeye Kızılhaç bayrağı çektiği görülmüştür. Arıburnu önünde açıktan açığa bir hastane gemisini kendisine siper yaparak İtilaf monitörleri mevzilerimize ateş açmıştır. Hastane işaretim taşıyan gemilerin düşman tarafından asker nakliyesinde kullanıldığı ve bunlarla karaya asker çıkardıkları görülmüştür.
Anafartalar bölgesinde Azmak ile Mestantepe istikametine çıkarılan cephane yüklü bir İngiliz hasta arabası ateşlerimizle tahrip edilmiştir.
İlginç bir gözlem de şu şekildedir:
O günlerde düşman hastane gemilerinden görünen faaliyet düşmanın öteden beri bu gemileri asker cephane naklinden suiistimal etmekte olduğunu açıkça ispat etmiştir.
Zira Kabatepe civarında muharebede teslim olmak üzere beyaz bayrak çeken bir takım İngiliz askerlerinin, onları teslim almak için yaklaşan kahraman Türk askerine silah atmaya başlamaları üzerine muhabir tarafından “muharebeye giden askerlerin üzerinde taşıdıkları beyaz bayrağın hikmeti böylece anlaşılıyordu” yorumu yapılmıştır.
İngilizler sıklıkla Kızılhaç işaretlerini suiistimal etmekte devam ederler. Anafartalar da Mestantepe civarında Seyyar hastanelerinin hemen yakınında askerlerine süngü ve savaş talimi yaptırırlar… Hasta arabaları sürekli asker nakli yapmaktadır…… Pek çok hastane gemisine sahip oldukları halde Büyük Kemikli sahilinin değişik noktalarında en çok asker çıkarmaya uygun yerlerde bir çok Kızılhaç bayrağı sallandırmakta bir beis görmezler.
Düşman hastane gemilerini asker sevki ve direklerinde gözlemci görevliler bulundurarak suiistimal etmektedir.
İngilizlerin hastane gemileriyle Kızılhaç bayraklı çadırlarını askeri amaçla kullanmaya devam ettikleri çok net olarak görülmüştür.
Çatlakdere civarında görülen Müttefiklere ait bir piyade bölüğüne ateş açılması üzerine bölüğün bu ateşten kurtulmak için Kızılhaç bayrağı çektiği gözlemlenmiştir.
Uçaklardan Atılan Propaganda Kağıtları
Gelibolu üzerinde uçan düşman uçakları tarafından bir takım bildiriler atılmıştır. Bildirinin kısaca özeti şu şekildedir:
İngilizler; “Türk kardeşlerimiz, İngilizlerden aldıkları esirlere kötü muamele yapıyorlar ve hatta kesiyorlar.” demektedirler.
Ortalıkta dolaşan bu rivayetler tamamıyla yalandır. Yalanların ‘tekzib’ine en iyi şahit Mısır’daki savaşta alınan Osmanlı esirlerinin o günkü halidir. Esir düştükleri zaman aç, çıplak ve perişan olan Osmanlı askerlerine, İngiltere hükumeti tarafından çok iyi bakıldığı, her türlü istirahatlarının temin edilmekte olduğu ve kendilerine ibadet serbestisi verildiğine yönelik iddialar ve beyanların asılsız olduğu; adı geçen yalanlara kulak vermeyip de esir düşmüş olan Mehmetçiklerin dinlenmesi gerektiği basınımızda yer almıştır.
Propaganda çarpıklığı devam etmektedir;
“Çanakkale’de ve Gelibolu’da kahramanca savaşan askerlerimizi güya kandırmak amacıyla hiçbir şeyden utanmayan ve bütün işlerini yalanlar, yüzsüzlükler ve utanmazlıklarla yapmak isteyen düşman geçende uçaklarla bir takım kağıtlar atmışlardır. Tabi ki kahramanlarımız için yeni bir eğlence aracı olmaktan başka bir kıymeti olmayan bu kağıtlardan birisi aşağıdadır:
‘Birinci Kirte muharebesi sırasında düşman uçakları faaliyette bulundu. Hareketleri yer yer keşif ve yakın hava desteği halinde görüldüyse de, daha çok Türkçe yazılmış propaganda kağıtları serpmekle uğraştılar. Bunların orta boy kağıtlara yazılmış olan metninde
“Türkleri Almanlar kandırmış ve kendi çıkarlarına savaşa sokmuştur. Baştaki hükumet bilerek Almanların oyununu oynamakta ve Türk halkını felakete sürüklemektedir. Türk halkı bu savaşı istemiyor. Bu yüzden İstanbul’daki halk isyana hazırlanıyor. Başkasının yerine tehlikeye atılmayınız. Silahlarınızı bırakınız. Sizlere dost muamelesi yapılacaktır,”
anlamını taşıyan bir dil kullanılmakta ve esas olarak bu gereksiz savaşın bırakılması telkin edilmekteydi….
Yazık ki 1914 lerde Türk düşmanı olanlar, Türk ordusunun anayurt davasında ucuz propagandalara ihbar etmeyeceğini, İstanbul’da ihtilal hazırlıkları ve halkın bu savaşı istemediği gibi Londra orijinli uydurma istihbaratın bizzat kendileri için çok büyük bir gaflet olduğunu Çanakkale’de döktükleri yüz binlerce kan kefaretiyle ve sayısız genç insanın mezarlarını da Türklerin bekçiliğine bırakarak çekildikleri gün anlayacaklardı.’”
“Osmanlı esirleri Kahire’den yaklaşık birkaç mil uzak gayet muntazam, ve müreffeh bir bahçede ikamet ediyorlar. Esirler olağanüstü rahat olup, İkamet ettikleri kargır daire gayet havadardır. Elektrik ile donatılmış ve sağlık koşullarına uygun bulunmuş olduğu gibi, her biri için ayrı ayrı yataklar da tahsis edilmiştir. Esirlerin iaşelerinin teminine dikkat ve önem gösterilmekte ve hepsine yığın yağın tabak yemekler verilmekte olduğu gibi sigara, sabun, diğer zaruri ihtiyaçları da karşılanmaktadır. Sultan Hazretleri Başmabeyincisi vasıtasıyla esirlere sigaralar, şekerlemeler, hediye ihsan ve irsal ve tevzi iyi e esirleri taltif buyurmuşlardır. Esirlere milli adetleri gibi sazlar ve sazendeler tedarik ve tertip edilerek zamanı hoş geçirmek için her gün eğlenmektedir. Esirlere Mısır’lı dostları tarafından sazlar, satranç gibi oyun takımları hediye edilmiştir. Esirleri ziyaret için her gün müracaat eden ziyaretçilerin kabulüne müsaade edilmekte ve esirler ile mülakat eden bu ziyaretçilerin vizite defterine kayıt ve tahrir ettikleri hatıradan da müntehim olacağı vecih üzerine esirlerin gördüğü muameleden dolayı gerek esirler ve gerek ziyaretçiler onların memnun olmakta oldukları çok iyi anlaşılıyor. Esir subaylara ayrı daireler tahsis edilmiş ve onlara karyolalar, battaniyeler, çarşaflar, sandalyeler, kanepeler, masalar ve diğer gereçler verilmiştir.”
“Esirlerin yeme ve içmesine son derece özen gösterilmekte olup bunlara özel ahçılar bulunarak yemekleri bu ahçılar tarafından hazırlanmaktadır. Esirler günlük dört, dört buçuk şilin verilmektedir. Esirlerin kaldıkları bahçe içinde açtığımız özel büfede her çeşit meyve, tatlılar ve diğerleri hazırdır ve uygun fiyatla satılmaktadır. Esir subay ve askerler ile oradaki görevli personel arasında olağanüstü dostluk ve samimiyet mevcuttur.”
İngilizler tarafından esir edilen Osmanlı esirleri ile birlikte koruma altında bulundurulmakta iken bir şekilde kurtulup sonradan İstanbul’a dönen bir kişi anlatıyor;
“İngilizlerin eline esir düşmüş olan Osmanlı subay ve askerleri “Miadi” bölgesinde bulundurulmakta iken, daha sonra Mehmet Ali Paşa kalesi adındaki yere götürdüler. Gerçi asker ile temas edemedim. Fakat epey zaman birlikte bulunarak sohbet ettiğim subaylarımızın hepsi ifadelerinden Osmanlı askerlerine gıda olarak yalnız bir parça ekmek ile zeytin verilmekte olduğu ve gündüzleri taş naklinde çalıştırılmakta olduklarını öğrendim. Zaten subaylara verilen yiyecekler de askerlerinkinden pek farklı değildi. Öncelikle gördüm ki başlangıçta Osmanlı subaylarına İngiltere’de aynı rütbelilere yönelik maaşlara denk maaş verileceği tebliğ edilmiş olunmasına rağmen, yüzbaşılara günlük dört buçuk şilin verilmektedir. Bu bedellerden iki şilini yemek ücreti olarak ellerinden alındıktan sonra geri kalanı bütün diğer zorunlu ihtiyaçlara harcanmak üzere ellerinden alınmaktadır. Subaylara yemek verilmesi işi bir müteahhide ihale edilmiştir. Müteahhidin verdiği yemekler hemen her gün sürekli biber ve hıyar dolmasından başka bir şey değildir. Ahçı, sürekli olarak makarna ve et gibi yiyecekler de vermek istese de; bunlar da yağsız tuzsuz ve ağza alınmayacak derecede yavan/tatsız bir şekilde hazırlanmaktadır. Subayların ikametgahı beş altı küçük odadan oluşan kasvetli/karanlık binadır. Bu odalarda hava tavandan açılmış ve tel örgülerle kaplanmış ufak pencereden girmektedir.”
“Subayların odalardan dışarıya çıkması yasak! Yalnız bir defa iki gün devam etmek üzere subaylar her tarafı kapalı tek pencereli bir hastane otomobiline bindirilerek süngülü asker eşliğinde dönüşümlü olarak şehir içinde gezdirilmiştir. Sanki eğlenme gezisi gibi aktarılan ve gerçekte sadece baştan savma olan bu hücreli dolaşma esnasında otomobil hiçbir yerde durmayarak yine çile hanelerine dönmüşlerdir.”
Kutsal Mekanın Bombardımanı
Başkomutan Vekili adına V. Bronzart, Gazi Süleyman Paşa Türbesi ile civarındaki bombardımanıyla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığına durumu bildiriyor:
İngilizlerin Agamemnon Zırhlısı 11 Nisan 1915‘te yapılan bir bombardımanla Bolayır köyündeki Süleyman Paşanın bir küçük mescidin yanında bulunan türbeyi tahrip etmiştir.
Büyük oranda yıkılan eser, tetkik edildikten sonra Türbe İngiliz zırhlısı tarafından bilerek hedef yapıldığı konusunda tam kanı oluşuyor. Türbe hiçbir askeri amaç için kullanılmadığı gibi oradaki köy de işgal altında olmadığı halde İngiltere Hükümetinin de katıldığı ve hükümlerine imza koyduğu La Haye Barış Konferansı Sözleşmesine aykırı hareket etmesi; Osmanlı Hükumeti ile İngiltere arasında imzalanan anlaşma hükümlerine göre ibadet yerleri ve dinen mukaddes sayılan yerlerin dokunulmazlığı esas iken imzalanan anlaşmalara uyularak üzerine işaret konmuş bir türbenin hedef alınması son derece düşündürücüdür.
Buranın tahrip edilmesi İtilaf ordusunun kural tanımazlığını ve ne derece güvenilmez olduğunu bir kere daha haklı olarak ortaya çıkarmaktadır.
Basında konu Murat Hüdavendigar‘ın kabriyle de ilişkilendirilmiştir;
“Balkan harbinde Sırp ordusunun Murat Hüdavendigar’ın Meşhedine/Şehitliğine ilişmemesine karşılık, büyük devletler arasında sayılan İngiltere Hükumeti‘nin bu haksız muamelesi, mütecaviz İngiliz donanma ve ordusunun Sırplar’dan kat kat yabani ve aşağı bir yaratılışta olduğunu ispat etmektedir. Mübarek türbenin insanlık tarihinin inlediği ve bütün Osmanlılarca ne derece önemli olduğu ortada iken bu zalimce uygulamasının şiddetle protesto edilmesi gerekmektedir. Bilginize…”
Uluslararası Çözüm Arayışları
Düşmanın Savaşta Uluslararası Hukuk Kurallarına Aykırı Davranışları Karşısında Uluslararası Çözüm Arayışları
Cenevre sözleşmesi gereğince askeri hastane gemilerine asla saldırılamayacağının kararlaştırıldığı ve bu gemilerin nasıl boyanıp ne şekilde bayrak asacaklarının bildirildiği kayıt altına alınmıştır.
Karşılıklı yazışmayla cevap niteliği kazanan dokuz belgede Enver Paşa’nın Amerika Büyükelçisi Mösyö Morgenthau a ilettiği durum tespiti ve çözüm önerileri konusu dile getirilmiştir:
“Amerika Büyükelçisi Mösyö Morgenthau’nun. İstanbul’daki İngiliz ve Fransız vatandaşların Gelibolu’ya yerleştirilecekleri yolunda Osmanlı Devleti’nin almış olduğu kararın uluslararası hukuka aykırı olduğunu aktarmıştır. Bunun.üzerine Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Enver Paşa da, İngilizlerin savaşta uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak savaş bölgesi dışında bulunan Gelibolu ve Kızılay bayrağı taşıyan hastane gemileri ile sağlık hizmetlerinin verildiği birliklere ateş açıp Ezine, Havuzlar ve Halilpaşa Çiftliği’ndeki hastaneleri bombaladıkları, ölülerin defnedilmesi ile ilgili işlemleri görüşmek üzere gönderilen Osmanlı delegelerini alıkoydukları, hastane gemilerini askeri amaçla kullandıkları, Mudanya ve Tekirdağ’daki yolcu gemilerine denizaltıları aracılığıyla saldırdıklarını ifade ederek aynıyla karşılıkta bulunmak zorunda kaldığını bildirmiştir.”
Dışişleri Bakanı tarafından 25 Mayıs 1915 günü Başkomutanlık Vekâleti’ne gönderilen belge ise şu şekildedir:
“…(10 Mayıs 1915 tarihli ve 1048 numaralı tezkireye cevaptır.) İngilizler, Çanakkale muharebeleri esnasında, imzaladıktan uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak Maydos kasabasını ve o arada Kızılay bayrağını çekmiş olan hastaneyi topa tuttuklarından bundan sonra gerek hastanelerimize gerek Marmara’da sefer eden hastane gemilerimize saldırdıklarında elimizdeki sivil ve asker İngiliz esirleri hakkında buna karşıt olarak en şiddetli tedbirlerin alınmasından geri durulmayacağı zaten daha önce Amerika büyükelçisi uyarılmıştı. Büyükelçi ile tekrar girişimde bulunmanın gerekli olup olmadığı konusunda İngiliz veya Fransızların bu yolda insani ve uluslararası anlaşma kurallarına aykırı tecavüzleri tekrarlayıp tekrarlamayacağı konusunda görüş… “
Başkomutan Vekili Enver Paşa’dan Hariciye Nezâreti‘ne ulaştırılan belgede ise:
“….(9 Mayıs 1915 ve 1934/1408 numaralı tezkere ile arz olunduğu gibi) bu defa da düşman uçaklarının, üzerinde Kızılay işareti olan Akbaş Tekkesi hastane çadırlarım bomba atarak tahrip ettiği ve şimdiye kadar dört defadır bu hukuk dışı davranışı sergileyen düşmanın elde edilen bir günlük emrinde özellikle hastane ve sargı merkezlerine top bombardımanı tavsiye edildiği görüldüğünden, daha önce değinildiği gibi düşman esirlerine şiddetin yapılacağının Amerika Sefareti aracılığıyla tekrar İngiltere ve Fransa hükumetlerine bildirileceği konusu 23 Mayıs 1915….” işin ne kadar can sıkıcı olduğunu vurgulamaktadır.
Başkomutan Vekili Enver Paşa, 10 Mayıs günü İngilizler Çanakkale savaşları esnasında sabit balonları yardımıyla Maydos kasabası ve o arada Kızılay bayrağı çekmiş olan hastaneyi her türlü devletlerarası kural ve sözleşmeleri hiçe sayarak bombardıman ederek 30 kadar yaralımızı şehit etmişlerdir. Bundan dolayı bundan sonra gerek hastanelerimize ve gerek Marmara’da seyreden hastane gemilerimize bir saldırı yapıldığında, elimizdeki sivil ve asker İngiliz esirlerine karşı bilmukabele en şiddetli tedbirlerin alınmasından geri durulmayacağının Amerika Sefareti vasıtasıyla İngiltere Hükümeti’ne bildirilmesi konusunda Padişah’tan müsaade istemektedir;
“(Başkomutanlık Vekâleti‘ne 9 ve 23 Mayıs 1915 tarihli ve 1408 ve 1086 numaralı tezkireye cevaptır.) İngilizlerin Çanakkale muharebeleri esnasında kendisinin ve diğer devletlerin ortaya koyduğu kurallar ve imzaları hiçe sayarak Maydos kasabasını ve Kızılay bayrağı çekmiş olan hastaneyi topa tuttuklarından düşman uçaklarının Kızılay işareti bulunan hastane çadırlarını bomba atarak tahrip etmelerinden dolayı Amerika Sefâreti’ne gerekli tebligatları yerine getirme ve elimizdeki İngiliz ve Fransız esirleri haklarında şiddetli tedbirlerin uygulamaya başlanacağı duyulmuştur. Ancak düşman tarafından söylenen ve özellikle hastane ve sargı merkezlerine bombardıman yapılması tavsiyesini içeren emir son derece önemli olduğundan, Amerikan Sefareti ile ilgili görüşme içerikli ve 27 Mayıs 1915 tarihli belge meselenin ne kadar ciddi olduğunun bir kanıtıdır.”
Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın Dışişleri Bakanlığı’na 27 Mayıs 1915 tarih ve 66227/677 numaralı tezkireye cevabı ise şu şekildedir:
Yaralıların toplanma mahallerine ateş edilmesi hakkındaki emir Beşinci Ordu Komutanlığının 3 Mayıs 1915 tarihli telgrafla bildirilen düşman telsiz- telgrafından alınarak elde edilmiş olduğu 31 Mayıs 1915 tarihli belgeye
yansır;
“İçişleri Bakanlığı’na:
1 Haziran 1915 tarih ve 24 numaralı tezkere üzerine düşman deniz altılarının Marmara denizinde yolcu gemilerine tecâvüzden çekinmemiş olmalarına ve başkent sularında gözlemde bulunmalarına nazaran yakın yerlere işlemekte olan ufak vapurlara da saldırmaları ihtimal dâiresinde olup, bu taktirde halk arasında galeyana meydan verilmemek ve hükümetçe de düşman tebaası hakkında şiddetli tedbirler almaya davet etmemek üzere durumun acilen düşman devletlere tebliğiyle olumsuzlukların önünün alınması konusu Amerika Büyükelçiliğine tebliğ ve bu gemilerle hiçbir yolda askeri sevkıyât yapılmayacağı ilave edildi. Adı geçen vapurlara savaş araç-gereci ve asker bindirilmemesi Harbiye Nezâretine yazıldığı ve bu hüküm hakkında şimdiden düşman devletlerin dikkatlerinin çekilmesi Harbiye Nazırı Paşa ile görüşülerek uygun görüldüğü tezkerede ortaya konulmakta olup, ancak adı geçen vapurlarla asker nakliyesine devam edilip, Haydarpaşa’ya işleyen vapurlarda şu anda kafile kafile asker nakledildiği görüldüğünden, yanlış anlaşılmaya mahal verilmemesi için bu vapurlarla o yolda nakliyât yapılmaması konusunda gerekenlere gerekli talimatın bugünkü tarihle Başkomutanlık Vekâleti‘ne bildirilen malûmat olmak üzere beyân olunur, efendim.”
Türklerin bu konuda ne derece hassasiyet gösterdiklerini yansıtan nitelikli belgelerde ise şu hususlar dikkate değerdir;
Başkomutanlık Vekâleti’ne:
“31 Mayıs 1915 tarih ve 2168/1978 numaralı tezkire üzerine yaralıları nakledecek vapurlara düşman tarafından taarruza kalkışıldığı takdirde düşman esirleri hakkında zarara mukabele tedbirlerine baş vurulacağı Amerika Sefâreti’ne bildirildi.
Bilindiği gibi Cenevre Sözleşmesi kurallarının deniz muharebelerinin tatbikine dair 1907 La Haye Sulh Kontratosu‘nda tanzim edilen 10 ncu bölümün birinci maddesinde ‘Askerî hastane gemileri yani devletler tarafından bilhassa ve sadece yaralılar, hastalar ve deniz kazasına uğrayanlar yardım maksadıyla inşa, tertip, teçhiz edilmiş; isimleri başlangıçta veya savaş esnasında ve her halde kullanmadan önce, savaşan devletlere bildirilmiş olan gemiler; savaşın müddet ve devamınca her türlü saldırıdan korunmuş olacak ve tutuklanmayacak ve beklelilmeyecektir. Gemilerin tarafsız bir limanda beklemeleri halinde haklarında harp gemileri gibi işlem de yapılmayacaktır.”
İkinci maddesinde ‘Masrafı tamamen veya kısmen halk veya resmen tanınmış yardım cemiyetlerince tesviye edilerek donatılmış olan hastane gemileri de mensup oldukları savaşan devlet tarafından kendilerine o konuda bir resmi görev verilmiş ve isimleri başlangıç veya savaş esnasında ve her halde kullanımdan önce savaştığı devlete bildirilmiş ise taarruzdan masun ve zabt ve müsadereden korunmuştur. Gemilerin donanımı esnasında ve kesin dönüşlerinde kendi teftiş ve nezâretinde bulunmuş olduklarını anlatan görevli memur tarafından verilmiş olan bir belgeye sahip olması gereklidir denilip hastane gemilerinin taarruzdan masuniyetleri esası konulmuştur. Bununla beraber bu gemilerin hiçbir askeri maksat için kullanılmaması ve hiçbir suretle savaşanların hareketlerine sekte vurmaması gerektiği gibi muharipler dördüncü madde gereğince gemiler üzerinde teftiş ve muayene gerekir ise tevkif hakkını bile hâizdirler. Bir de beşinci maddede ‘Askeri hastane gemileri alâmet-i farika olmak üzere yaklaşık bir buçuk metre eninde yeşil renkli yatay bir pervane ile dıştan beyaza boyanacaktır. İkinci ve üçüncü maddelerde adı geçen gemiler, yaklaşık bir buçuk metre eninde kırmızı renkli yatay bir pervane ile dıştan beyaza boyanacaktır. Gemiler sandallarıyla hastane hizmetine tahsis edilebilecek olan küçük gemiler de aynı şekilde boyanacaktır. Bütün hastane gemileri kendilerini tanıtmak için tabi oldukları Hükumetin bayrağıyla beraber Cenevre sözleşmesinde Kızılay işaretli beyaz bayrağı ve bundan başka tarafsız bir hükumete mensup oldukları takdirde baş direğe, idaresi altında oldukları savaşan hükumetin millî bayrağını takacaklardır… ’ denilmektedir.
Şu hale nazaran söz konusu gemilerin, yukarıda belirtilen maddelerin içeriği şartlarına sahip olmaları masuniyetlerinin temini için gerekli ve yalnız Kızılay bayrağının asılması yetmemekte bulunmakta olduğundan bahsedilen şartlar bir an evvel yerine getirilerek ve Gülnihal Vapuru 61 ve 63 numaralı vapurların istenen şekle getirilmesi ardından Amerika Büyükelçiliğine bildirilmesi istenmektedir.
E-ll denizaltısı, 1 Haziran 1915’te Yeşilköy açıklarında 700 yaralıyı taşıyan Lili Rikmers Türk Hastane Gemisi’ne hücum etti. Attığı torpido hedefe isabet etmedi. Bu gemi beyaza boyanmıştı ve bordasında kırmızı boya ile hilal işaretleri ve direklerinde de Kızılay bayrakları bulunuyordu. Bu olay üzerine hükumet, İngiliz denizaltılarının uluslararası hukuku ihlal etmekte olduklarını bir protesto ile bildirdi.
Haziran 1915′te İtilaf Devletleri Türk hastane ve yaralılarının bulunduğu sağlık kumullarını ve sağlık araçlarını bombaladı. Türk Kızılay Cemiyeti bütün bu bombalama ve topa tutma olaylarını Temmuz 1915’te Uluslararası Kızılhaç Komitesi’ne bildirdi. Bu şikayetlerden bir tanesi Eceabat ve civarındaki sağlık kuruluşları ve araçları ile ilgiliydi.’ Hatta Osmanlı Birlikleri Fransızların kendi birlikleri arasında yaptıkları bir telsiz konuşmasını dinleyerek bu konuşmayı da Cenevre’deki Kızılhaç Komitesi’ne ulaştırdı. Yazıda, telsiz mesajının, birliklere “Topçu atışlarını ve bombalan hastanelere ve Türk yaralılarının toplanma yerlerine yönlendirin!” emrini verdiği açıklanıyordu.
Bunlardan başka 14 Temmuz 1915 tarihinde Çanakkale’de Akbaş Limanı’nda bulunan Kızılay’a ait Gülnihal Hastane Gemisi’yle 60 ve 63 numaralı hasta taşıyan gemilerin Kızılay Bayrağı taşımalarına rağmen bombalandığı yine Kızılhaç’a Kızılay tarafından yazılan şikayet yazılarından anlaşılmaktadır. 16 ve 17 Temmuz 1915 tarihlerinde de Gelibolu Yarımadası’ndaki Havuzlarderesi’nde bir hastane ile 19 ncu Piyade Tümeni’ne ait bir sıhhiye bölüğünün bombalandığını öğrenilmektedir.
İngiltere‘nin iddia ettiği, Enver Paşa tarafından şiddetle reddedilen bir iddiaya cevap belgelere yansımıştır:
“Gelibolu yarımadasındaki kıtalarımızı takviye için hastane gemileriyle Marmara’dan asker naklettiğimize dair olan İngiliz beyanı pek belirgin bir yalandır.”
Kızılay Başkanı ve Türkiye‘nin Viyana Büyükelçisi Halil Paşa, Uluslararası Kızılhaç Komitesine 1 Eylül 1915’te şu telgrafı çekiyor:
“30 Ağustos’ta Çanakkale önlerinde bulunan İngiliz-Fransız donanması, muharebe hattının uzağında bulunan Akbaş askeri hastanesini bombalamıştır. Top mermilerinden dördü hastaneye isabet etmiş ve iki kişi ciddi şekilde yaralanmıştır. Kabul edilemez bu saldırı Cenevre Anlaşmasının La Haye Konferansının 21. maddesinin ihlalidir. Osmanlı Kızılay inin başkanı olarak, bu şikayetlerimizin İngiliz ve Fransız Kızılhaçlarına iletilmesini rica ederim.”
Türklerin İnsanüstü Davranışları
Türk askerlerinin savaş kurallarına uygun tavrı ve nezaketinin sınırsız bir övgüye layık olduğu yerli-yabancı basın dünyasında etkin şekilde yer almıştır. Düşmanın pek çok hileli davranışlarına rağmen, Türkler tarafından “gemilerin hastane gemisi olduğuna dair üzerlerinde bir işaret yok idi. Buna rağmen bunlara ateş edilmemiştir…. Mütemadiyen yaralı nakletmekte olan düşman gemileri topçu ateşlerimizle izaç edilememektedir…. “ifadeleri geniş kitlelere duyurulmuştur.
Reuter Telgraf Ajansı Çanakkale muhabirinden aşağıdaki telgrafı almıştır:
“Türkler pek mertçe ve asilce bir tarzda savaş yapmaktadırlar. Bunlardan biri şiddetli bir ateş altında olduğu halde askerlerimizden birinin yarasını sarmış, diğer bir Türk neferi de yaralı bir Avustralyalı neferin yanına bir şişe su bırakarak insani harekette bulunmuştur. Mert Türk askerinden bir diğeri de İngiliz siperlerinden uzak bir mevkide yaralı düşüp saatlerce aç ve bitap düşmüş olan bir İngiliz askerine ekmek vermek büyüklüğünü göstermiştir. Türklerle müsademede bulunan İngiliz askerlerinin hemen hepsi Türkler tarafından İngiliz esirlerine pek güzel muamelede bulunulduğunu içeren ortak görüşe sahiptirler.”
“Bölge sahiline üç büyük düşman nakliye gemisi yaklaşarak çatana ve mavnalarla sürekli yaralı nakledildiği gözlemlenmiştir. Gemilerde de hastane gemisi olduğuna dair üzerlerinde bir işaret yoktu. Buna rağmen bunlara ateş edilmemiştir.”
Aşağıdaki mektubun Harb Matbuat Karargâhı vasıtasıyla gazetelerle neşrettirilmesi rica edilmiştir:
Batık E-15 numaralı denizaltı mürettebatından Thomas O’Nieli isimli İngiliz askerine Manchester’daki anne ve babası tarafından gönderilen mektup Askeri ve sivil sağlık personelimizin savaş centilmenliklerine ayna tutmuştur:
“Aziz oğlum,
Göndermiş olduğunuz mektubu aldık. Dinleniyor olmanızdan dolayı ne kadar memnun olduğumuzu tariften âcizim. Siz ve E-15‘e mensup arkadaşlarınızın İngiltere‘de bile ulaşamayacağınız kadar subay efendilerle hastabakıcılardan görmüş olduğunuz iyi muamele ve insani davranıştan dolayı memnuniyet ve bahtiyarlığımızı bildiririz.Nelli de bizim gibi bu subay efendilerle hastabakıcılara ne yolda teşekkür edebileceğini bilememektedir. Size sigara ve çikolata gönderiyoruz. Bunların ulaştığını bildiriniz ki daha gönderelim. Zira subay efendilerle hastabakıcıların gönderilen sigara ve çikolatalardan edeceğiniz ikramı kabul etmeleri bizi son derece sevindirmiş ve bahtiyar edecektir. Nelli gayet iyidir. Fakat kendisine mektup yazacak hale gelmenize sabırsızlıkla beklemektedir. Yüzünüzün iyileşmekte olduğundan dolayı çok sevindiğimiz gibi bu mektup ulaşıncaya kadar kolunuzun da şifâ bulmuş olacağını ümit ve temenni ederiz. Bütün akraba ve dostlarınız kendilerinin size hatırlatılmalarımı rica ettiler. Babanız subay efendilerle hastabakıcılara minnet duygularını arz ederler, İngiltere‘de bile daha fazlasına ulaşamayacağınız şekilde tedavi edildiğinizi ve istirahatınızın sağlandığını duyuran mektubunuz bizim için cidden pek kıymetlidir. Mektubuma artık son veriyorum. Geceniz hayır olsun ve Yüce Tanrı sizi takdis etsin.
Sizi seven peder ve valideniz
Mösyö ve Madam O’Nieli”
“Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi‘ ne” şeklinde başlayan diğer bir arşiv belgesini de araştırmacı kuşakların dikkatlerini konu hassasiyetine çekmek için ele almakta yarar görmekteyiz;
“ Londra’da münteşir Times gazetesinin fi 29 Temmuz sene 1915 tarihli nüshası Reuter Ajansı‘nın İngiliz gazetelerine verdiği aşağıdaki tebliği içerip gazetelerde yayınlanması rica olunur:
Çanakkale‘de 30 Nisan 1915 tarihinde Türkler tarafından batırılan AE-2 denizaltısının süvarisi olup Osmanlı yetkililerince esir alınan Bahriye Kıdemli Yüzbaşı Staker tarafından Malta’da bulunan bir dostuna gönderilen mektubun tercümesidir:
“Rahatım pek yerinde, ummadığımız oranda iyi muamele görmekteyiz. Bundan dolayı hiç merak ve endişe etmeyiniz. Arkadaşlarımız ile birlikte ülfet etmeğe ve onlar ile beraber günlük idman yapmağa izin vermeleri pek büyük lütufkârlıktır. Burada altı Rus, iki Fransız, iki Avustralyalı ve altı da İngiliz beraber bulunmaktayız”.
Makale Sonuç
Savaş denildiğinde; her an akla gelmedik istisnasız ölümler, yaralanmalar, çaresizlikler, çözümsüzlükler, hastalıkların yanı sıra, pek çok milletin altına imza koyduğu “kuralına uygun savaş yapma” prensipleri de neyse ki belirli kriterlere bağlanmıştır. Bu kural-kriterler istisna kabul etmez oldukları için her savaşta olduğu gibi aslında Çanakkale muharebeleri için de geçerlidir.
6 Temmuz 1906 tarihli Cenevre Sözleşmesindeki çerçeveye uyularak; hem karada, hem de denizdeki sağlık kurum, kuruluş ve araçlarına Kızılay bayrağı, belirtilen ölçülere ve prensiplere uygun olarak çekilmiştir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, dönemi açısından çağdaş bir görünüm sergileyen İngiltere ve Fransa, bu muharebelerde uluslararası savaş kurallarına uymayan pek çok uygulamalara girişmiş ve bunu savaş boyunca da sürdürmüşlerdir.
İtilaf kuvvetlerinin pek çoğu insanlık dışı olarak nitelenebilecek savaş kurallarını hiçe sayan davranışlar sergilemeleri, Türk yetkili birimleri tarafından, Cenevre Uluslararası Kızılhaç Komite Başkanlığı’na ve Amerika büyükelçisine bildirilir; bu birimler aracılığıyla İngiltere ve Fransa hem protesto edilir ve hem de uyarılmaları istenir.
Fakat savaş içinde bu kurallara çoğu zaman uyulmamış; 1914 yılı Ağustos ayından savaş sonuna kadar çeşitli sağlık kurumu, denizdeki sağlık araçları, sivil alanlar ve yerleşim yerleri yukarıda belirtilen sözleşmelere aykırı biçimde saldırılara hedef olmuştur.
Anlaşma dışı davranışlar sürüp giderken hükumet yetkilileri, askeri sorumlu birimler, Kızılay Cemiyeti ve basın, sesini duyurmak için büyük çabalar harcamıştır. Bu çabalardan birisi de kamuoyunu aydınlatmak olduğu için bu konuda pek çok haber, yazı ve fotoğrafın da yer aldığı dönemin medyası üzerine düşen görevi olabildiğince yapmaya çalışmıştır.
Maydos üzerinde uçarak şehre ve bilhassa üzerinde Kızılay işareti bulunan hastaneye bombalar atmışlardır.
Gelibolu kasabasını rahatlıkla bombardıman etmişlerdir. İngiliz gemileri yine hastanelere saldırmışlardı. 500 yataklı Gelibolu Hastanesi bir tepenin üstündedir ve bütün yataklar dolu ve çoğunda iki kişi yatmaktadır.
Kızılay işareti olan Akbaş Tekkesi hastane çadırlarını bomba atarak tahrip ettikleri., dört defa bu hukuk dışı davranışı sergiledikleri., özellikle hastane ve sargı merkezlerine top bombardımanı tavsiye edildiği telsizlerden duyulmaktadır…
Çanakkale’de Akbaş Limanı’nda bulunan Kızılay’a ait Gülnihal Hastane Gemisi’yle 60 ve 63 numaralı hasta taşıyan gemilerin Kızılay Bayrağı taşımalarına rağmen bombalanmıştı.
Kızılay işaretleri bulunan Çelil Paşa Hastanesi’ne bombalar atılmıştır. Ezine’deki hastane binası bombalanmıştır. Hastanenin cephesi yıkılmış ve bir hasta nefer ağır bir şekilde yaralanmıştır.
Kızılay işaretleri bulunan Halilpaşa Hastanesi‘ne bombalar atılmış, Kilitbahir civarında Ağaderesi mevkiinde etrafı pek çok Kızılay bayraklarıyla donatılmış olmasına rağmen bombalanmış; Galataköyü‘nde üzerinde yatay Kızılay işaretlerini taşıyan bir hastanemize düşman uçağı bombalar yağdırmıştır!
Akbaş askeri hastanesi bombalamıştır.. .Turşun köyündeki hastanemize ateş açmış ve bu etki ile hastanede yedi asker şehit ve bir asker yaralı olmuştur…. Eylül 1915’te Çanakkale Hastanesi uçaklarla bombalandı…. 17 Aralık 1915’te Yalova’daki Türk hastanesinin bombaladı….700 yaralıyı taşıyan Lili Rikmers Türk Hastane Gemisi’ne saldırdı…
Görgü tanıklarından bin olan Münim Mustafa defalarca cereyan eden bu tür vahşi davranışlar için;
“Bütün bombaların Çamburnu hastanesinde yatan yaralı ve hastalarımızın tam başı ucunda patladığını görüyordum. Dikkat ederek anlamak istiyordum. Acaba bu uçaklar medeniyet davacılarından hangi millete aitti?” demekle yetiniyor.
Gazeteler 6 Mart 1915 tarihinden itibaren Adalar Denizi sahilinde de İzmir, Panazlık Dikili, Ayvalık ve Sarımsak gibi askeri korumadan uzak açık mevzilere bazı düşman kruvazörlerin bombardıman ettıklerini aktarmıştır.
Kumköyü ve Yenişehir Köyü tümüyle yanıp yıkılmıştır…. 18 Mart Muhabirlerin gözlemleri şöyledir:
“Bu gece Çanakkale hala yanıyor. Herkes yarın ne olacağını beklemektedir.. .Yeniköy bombardımanında bir şehit vardır. Ahâliden de bir kadın telef, iki erkek ve bir kız yaralı olmuştur.. .22 Nisan 1915 Perşembe günü düşman uçakları tarafından Maydos (Eceabat )a atılan bombalar eli kişiyi öldürmüştür…23 Nisan tarihinde düşman uçaklarından Eceabat üzeri atılan 10 bomba, halktan 16 kişinin vefatına, 9 kişinin yaralanmasına sebep olmuştur. İki Müslüman yaralı hanımefendi hariç tamamı kasaba Rumlarindan oluşan isimlerin olduğu liste yayınlanmıştır… 30 Nisan günü Kabatepe önlerinde mevki alan Lord Nelson muharebe gemisi aşırtma ateşi ile Çanakkale şehrini bombardımana tuttu. Şehir içerisine düşen 15 kadar merminin altı yerde çıkardığı yangınlar iki gün devam etti…Küçük ve Büyük Anafarta köylerinin bir kısmı yandı…Balon gözetlemesiyle Gelibolu kasabasını bombardıman etti. Kasabada yer yer yangınlar çıktı. Buradaki erzak ve cephane depolan Akbaş, Nara ve Lapseki’ye kaldrıldı… 25 Haziran 1915 günü Çanakkale’ye endirekt top atışı yapılmış ve yirmi beş kadar mermi atılmıştır. Şehrin Çay mahallesi ile Fatih mahallesi ve civarı yanmıştır…
Savaşta kullanımı yasak olmasına rağmen “Bugünlerde düşman çoğunlukla domdom kurşunu kullanıyor ” belge ve haberleri sık sık gündeme gelmektedir. Hastanelerde ameliyat sonucu yara noktalarından domdom kurşunu çıkan erlerden birkaç örnek verilmiştir.
Haziran ayından itibaren Anburnu’ndakı düşman topçu mermileri içinde fena kokulu gaz yayan patlayıcı maddeler kullanmaktadır. Fena kokulu gaz kullandıkları haberi gündemdeki yerini sürekli korumaktadır.
Düşman monitörünün Arıburnu önünde açıktan açığa bir hastane gemisini kendisine siper yaparak mevzilerimize ateş açtığı görülmüştür. Hastane işaretini taşıyan gemilerin düşman tarafından asker nakliyesinde kullanıldığı ve bunlarla karaya asker çıkardıkları görülmüştür.
Düşmanın pek çok hileli davranışlarına rağmen, Türkler tarafından “gemilerin hastane gemisi olduğuna dair üzerlerinde bir işaret yok idi” Buna rağmen bunlara ateş edilmemiştir.
Reuter Telgraf Ajansı Çanakkale muhabirinden aşağıdaki telgrafı almıştır:
“Türkler pek mertçe ve asilce bir tarzda harp etmektedirler. Bunlardan biri şiddetli bir ateş altında olduğu halde askerlerimizden birinin yarasını sarmış, diğer bir Türk neferi de yaralı bir Avustralyalı neferin yanma bir şişe su bırakarak insâniyet hareketinde bulunmuştur. Mert Türk neferlerinden bir diğeri de İngiliz siperlerinden uzak bir mevkide yaralı düşüp saatlerce aç ve bitap düşmüş olan bir İngiliz neferine ekmek vermek büyüklüğünü göstermiştir.”
Çanakkale’de ve Gelibolu’da kahramanca harp eden askerlerimizi güya kandırmak fikriyle hiçbir şeyden utanmayan ve bütün işlerini yalanlar, yüzsüzlükler ve utanmazlıklarla yapmak isteyen düşmanlarımız geçende uçaklarla bir takım kağıtlar atmışlardır. Tabi ki kahramanlarımız için yeni bir eğlence aracı olmaktan başka bir kıymeti olmamıştır.
Türk yetkililer tarafından düşmanın savaşta uluslararası hukuk kurallarına aykırı davranışları karşısında uluslararası çözüm arayışları sürekli sürdürülmüştür. Türk Kızılay Cemiyeti bütün bu bombalama ve topa tutma olaylarını Temmuz 1915’te Uluslararası Kızılhaç Komitesi’ne bildirmiştir.
Kızılay’a ait Gülnihal Hastane Gemisi’yle 60 ve 63 numaralı hasta taşıyan gemilerin Kızılay Bayrağı taşımalarına rağmen bombalandığı yine Kızılhaç’a Kızılay tarafından yazılan şikayet yazılarından anlaşılmaktadır.
İngilizlerin Agamemnon Zırhlısı tarafından 11 Nisan 1915‘te yapılan bombardımanla Bolayır köyündeki Süleyman Paşa merhumun bir küçük mescidin yanında bulunan türbe tahrip edilmiştir. Türbenin hiçbir askerî maksat için kullanılmadığı gibi oradaki köy de işgal altında olmadığı halde İngiltere Hükümeti’nin de katılımı ve hükümlerine imza koyduğu La Haye Barış Konferansı sözleşmesine ve ayrıca Umumî Harp esnasında Osmanlı Hükümeti ile İngiltere arasında imzalanan anlaşma hükümlerine göre ibadet yerleri ve dinen mukaddes sayılan yerlerin masuniyeti gerekirken imzalanan anlaşmalara uyularak üzerine özel işaret konulmuş bir türbenin hedef alınması hükümet nâmını taşıyan bir heyet için medeniyet ve insaniyetle bağdaştırmak mümkün değildir.
Özetle, çağdaş dünyada bir daha yaşanmaması dileğiyle gündeme getirilmiş; uygar dünyanın dikkati bir defa daha bu konuya çekilmek istenmiştir.
ÇANAKKALE MUHAREBELERİNDE İTİLAF DEVLETLERİNİN
SAVAŞ HUKUKUNA AYKIRI DAVRANIŞLARI
Ahmet ESENKAYA
Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Fakültesi
Detaylı Kaynakça ve Orjinal Makale: Makale Pdf